Geçenlerde mandolux.com sitesini keşfettim. Çok güzel duvar kağıtları vardı içerisinde… Özellikle çift monitör kullananların mutlaka uğraması gerekiyor. Kendime ise şunları beğendim.
Yazar: Selçuk Şenol
Web Developer, Fanboy, GS http://bit.ly/sshakkimda
Sevgili günlük, o kadar ayrı kaldık ki senle…
Başlığın altını dolduracak o kadar çok şey geçti ki bu süre içerisinde başımdan… Kişisel blogumu güncelleyememe sebebimin başında PC World sitesi ile oldukça fazla haşır neşir olmam sayılabilir. Gerçi belli bir zaman sonra işleri Simto’ya devrettim ama ona gelene kadar of of of…
Arada birçok yenilik oldu. En büyük yenilik ise bilgisayarımda oldu. Artık bir Mac Book kullanıyorum ve her türlü işimi orada rahatlıkla yapabiliyorum. Ocak 2008 PC World’deki köşe yazımda ya da Mayıs 2006‘daki yazımda bahsettiğim gibi hayallerim gerçek oldu.
Şu anda PC World’ün şubat sayısını bitirmek için işlere dönmem gerekiyor. Onun için çok fazla gevezelik yapamayacağım ama artık aksatmadan buraya da birşeyler yazacağım.
10 kaplan gücünde(mi)yim?
Bizleri bilgisayarlarımıza bağlayan şey nedir? Herkesin aklına ilk gelen, “yaptığımız iş” benim aradığım yanıt değil… Bu sorunun cevabı kişiden kişiye değişse de benim aradığım yanıt, işletim sistemi olacaktı.
İşletim sistemi neden önemli? Çünkü her türlü işimizi onun üzerinden yaparız. Yeni bir donanım ya da yazılımı bilgisayarımıza kurmak istediğimizde kaprisli olan her zaman kendisidir. Kurallar kesindir, beğenir ya da beğenmez.
Dünya üzerinde en fazla tercih edilen işletim sistemi Windows ailesinin herhangi bir üyesi. İhtiyaçlar farklı sürümleri kullanmayı gerektirebileceği için herkes Vista ya da 2000 kullanır demek oldukça yanlış olacaktır. Windows bu kadar fazla tercih edildiği için de haliyle en fazla eleştiriyi de kendisi alacak, beğenilmeme durumunda yer yerinden oynayacak.
Bunlar gayet normal… Bir ürünün müşterisi ne kadar fazla olursa en az memnun kalanlar kadar memnun kalmayanlar da olacaktır. Ancak bu durumda firmanın yapacağı şey elinden geldiği kadar müşterilerini memnun etmeye çalışmak. Kullanıcısı bu kadar çok olunca herkesi de memnun etmek biraz sorun tabii… O zaman en güzeli bir orta yol bulup o şekilde ilerlemek…
İşletim sistemi üreticileri, ürünlerini ihtiyaçlara göre hazırlarlar. Ancak bu ihtiyaçları doğrudan müşterilerine sunmazlar. Aslında ihtiyaçları da üreticiler kendileri belirlerler desem yanlış olmaz. Microsoft, Vista projesini hazırlarken (o zaman ismi Longhorn’du) şöyle olacak böyle olacak demişti. Dediklerinin hepsini yapamasa da bir kısmını yaptı. En azından görsel olarak XP’den daha farklı bir görünüşe sahip birşey vardı karşımızda. Kimisi Vista’ya hemen geçiş yaptı. Kimisi hizmet paketine kadar bekleyeceğim dedi. Kimisi kullandıkları XP’den memnun olduğu için Vista’dan sonraki sistemi beklemeye başladılar. Sonuç ne olursa olsun bir gerçek vardı ki Vista çıkmıştı ve kullanan kullanıyordu.
Bu durum karşısında ben biraz daha farklı birşey yaptım. Artık Leopard kullanıyorum. Yaklaşık 2 aydır, herşeyimi ona emanet ettiğim bir MacBook’um var artık. “Yaa olur mu öyle şey?” diyenlere cevabım ise yazının sonunda…
Ofiste elimin altında Vista’lı bir desktop evimde ise eşimle ortak yine Vista’lı bir dizüstüne sahibim. Windows’ta yapmam gereken şeyleri diğer makinelerde zaten yapabildiğim için Leopard tarafında bir sıkıntım yok.
2 aylık sürede şunu anladım ki Windows üzerinden birçok konuda oldukça sıkıntı çekiyormuşum. Birçok işimi yaparken o kadar zaman kazanıyorum ki ben bile şaşırıyorum.
Leopard ile ilgili yazacak o kadar çok şey varki. 15-20 yıldır PC kullanan birisinin ağzından Leopard maceraları dinlemek isterseniz blog’umda zaman zaman bunları kaleme alıyor olacağım. Takip etmenizi öneririm. (http://blog.pcworld.com.tr/selcuk)
Orijinal olsun, benim olsun
Geçen ayın ortalarında bizleri heyecanlandıran bir olay gündeme düştü. Bizim site de dahil olmak üzere birçok yerde haberlerini, resimlerini, videolarını görmüşsünüzdür. Crysis’ten bahsediyorum. Almanya’da yaşayan Türk kardeşlerin bir ürünü olan Crysis isimli oyun görenleri kendisine hayran bırakıyor.
Hemen hemen 1 yıl öncesinden oyunla ilgili görüntüler, nasıl birşey olacağı belliydi. Oyun satışa çıkması beraberinde bir de sürpriz getirdi. Oyun aynı zamanda Türkçe arabirime de sahip olacaktı. Ama asıl büyük sürpriz oyun karakterlerinin Türkçe konuşmasıydı.
Oyunlarla aram pek iyi değildir ama PES’in bir sürümüne ofisteki çocuklar Türkçe seslendirme eklentisi yüklemişlerdi. Helal olsun adamlara demiştim. Oldukça başarılıydı. Sanki Lig TV’de maç izliyormuşsun gibiydi. Hatta seslendirme eklentisini hazırlayanlar olayı iyice abartmışlar bir de Lig TV logosunu koymuşlardı ekranın sol üst köşesine.
Crysis tanıtım toplantısına katılamadım. Bizden Taner toplantıyı izledi ve ofise geldiğinde akşama kadar Crysis’I anlatmaktan bıkmadı. Sonuçlarını bizim siteden zaten görmüşsünüzdür.
Tanıtım toplantısından sonra Crysis’ı de denememiz için göndermişler sağolsunlar. Bizim Levent’in testlerini gerçekleştirirken kullandığı canavar PC’lerden birisine oyunu yükledik.
Oyun çalıştıktan sonra görüntü ile ilgili bir iki ince ayar sonrası oyun açıldı. O da ne? Hollywood yapımı animasyon filmleri ile gerçek dünya arası bir görüntü vardı ve Türkçe olarak birbirlerine direktif veriyorlardı. Bu nasıl birşeydi. Karşımda bir oyun değil de sanki bir film vardı. Çoğu oyundaki sinematik görüntüler pek izlenmez. Ancak burada durum farklıydı. Sanki sadece o görüntüler izlenir oldu ofis halkı için. Seslendirmeler muhteşemdi. Hiçbir abartı yok ve herşey yerli yerindeydi. Emeği geçenlerin ellerine sağlık…
Oyun hakkında millet ne düşünüyor diye çeşitli forum sitelerinde gezinmeye başladım. Hala 50 YTL’lik oyunun kopyası çıkar mı, crack’i var mı muhabbetlerini gördüm ve açıkcası üzüldüm. Yapmayın arkadaşlar; eğri oturun doğru konuşun: bugüne kadar oyunların pahalı olmasından yakındınız durdunuz. Bari arşivinizde bir adet orijinal oyun -hatta orijinal herhangi bilgisayar ürünü- olsun.
Huylu huyundan vazgeçmez derler ama gelin siz bu oyunu orijinal olarak oynayın, oynatın. Bu tür oyunların devamı için bu olay şart.
Popülariteyi siz de yakalayın
Şu anda internet dünyasının en popüler olay Facebook’a üye olmak. Özellikle Türk insanı için Facebook’ta yer almak, geniş bir arkadaş listesine sahip olmak oldukça karizmatik bir durum. Sağolsun bizim medyamız bir yıldan fazla süredir faaliyette olan bir oluşumu yeni keşfetti haber yaptı da bizim ahali olayın farkına vardı ve kendisini doğrudan buraya attı.
Kendisinden o kadar çok bahsedildi ki bir şekilde internetle ilgilenen hemen hemen herkes burada yer alıyor. Benim varmak istediğim nokta şu: Herkes orada ama ne yapıyor? Evet ben de üyeyim Facebook’a… Hatta “PC World Türkiye” isimli bir grup kurmuş bizim çocuklar orada buluşabiliriz de… Varlığını çok önceden bilmeme ve bu tür sitelere üye olma gibi bir huyum olmamasına rağmen ben de Facebook’taki yerimi aldım. Çalışma yapısı, kişileri eşleştirme ve buluşturma özelliğini; “aferin çocuklara” diyecek kadar başarılı yapmışlar. Arkadaş listem çok kalabalık değil. Ancak bu listemdeki birçok kişi sadece varolmak için burada yer almışlar ki bu apaçık ortada… Sadece benim arkadaş listem değil, ondan ona, bundan buna zıplayarak kişilerin profillerini gezdiğinizde göreceksiniz ki etliye sütlüye karışmadan “herkes orada, ben de olayım” diyerek sırf üye olmak için katılan birçok insan göreceksiniz.
Bir yıldır varolmasına rağmen son bir, bir buçuk ayda Türk kullanıcılarının sayısının artmasında medyanın önemli bir rolünün olduğunu söylemiştim. “Şimdi bu olay revaçta bunun üzerine gidelim” durumu geçerli… Ama bundan 3-5 ay sonra ya da 1-2 sene sonra Facebook bu kadar gündemde olur mu bunu hep beraber göreceğiz.
Geriye dönüp baktığımızda IRC üzerinden sohbetler yaptığımızı sonrasında ICQ çıkınca kartvizitlere ICQ uin’lerin yazıldığını birçok internet kullanıcısı hatırlayacaktır. Şu anda kaç kişi ICQ kullanıyor? “Hiç kimse” denebilecek bir durum söz konusu. ICQ’nun eksiklerinden dolayı artık popüler olmadığını söyleyebiliriz. MSN Messenger, ICQ’nun bu eksiklerini giderdiği için birden silinme yoluna gitti. Şimdilerde Facebook’un güzellikleri MSN’in eksiklerinden ağır bastığı için MSN yerine insanlar burada yer alıyor gibi bir durum birçok forumda tartışılan konular arasında yer alıyor.
Yarın ne olur bilinmez. Belki de insanlar Facebook’tan da sıkılır gider kendine başka bir yer bulur ve orada kaynaşırsa hiç şaşırmam.
Popüler kültürün en büyük özelliği çabuk tüketilmesidir. Popülaritesi fazla olan bir şey anında ilgi görür, herkes tarafından beğeni toplar ancak bir gün sanki hiç yokmuşçasına siliniverir. Facebook’ta bir gün silinecek, o zaman kadar tadını çıkarın derim…
İşte bu kadar teknoloji meraklısıyız!
Artık mahalle bakkallarının yerini süpermarket ya da hipermarketler aldı. Tek tük kalan bu bakkallardan alışveriş yapanların sayıları o kadar azaldı ki bakkallar da satacakları malları büyük hipermarketlerden alır oldular.
Teknoloji tarafında da durum bu şekilde… Bir zamanlar sadece elektronik ürünlerin satıldığı bir yer olan Kadıköy Yazıcıoğlu Çarşısı yerini bilgisayar dükkanlarına bıraktı. Ancak son birkaç yıl içerisinde bir de teknoloji marketleri çoğaldı. Aynı hipermarketler gibi semt semt, ilçe ilçe şubelerini peşi sıra açmaya başladılar. İnsanlar da bilgisayar ürünlerini bu teknoloji marketlerinden alı oldular.
Bütün bu teknoloji mağazaları içerisinde rekabet de hat safhada… Geçtiğimiz birkaç ay önce bizim ekipten Levent bu teknoloji marketlerini teste tabii tutmuştu. Gizli bir hafiye gibi teknoloji marketlerinin personelini çeşitli sorularla terletmiş, durum karşısında yaşadıklarını kaleme almıştı. Dergimizi sürekli takip eden okurlarımız bu yazımızı hatırlayacaklardır.
Yurtdışı menşeli bir alışveriş merkezi, elinizde tuttuğunuz bu derginin baskı öncesindeki son günlerinde İstanbul’da bir şubesini açtı. Bizim işler boyumuzu aştığı için açılışa ve ilk günkü “ucuz” alışverişe gidemedik. Gidemediğimiz de isabet olmuş. Günün ilerleyen saatlerinde haber sitelerinde gördüğümüz kadarıyla inanılmaz manzaralar yaşanmış. Açılıştan bir önceki gece sıraya girmek için mağaza önünde yatanlar ve sıraya girmeden çakallık yapmak isteyenlerle çıkan arbede haberleri bizleri oldukça şaşırttı. Günün ilerleyen saatlerinde haber kanallarının canlı yayınları ve haberlerinde gördük ki milletimiz hepten teknoloji meraklısı olmuş. Evinde yeri olan olmayan, ihtiyacı olan olmayan herkes bu ürünlere hücum etmiş durumda. Tabii hal böyle olunca kısa sürede (40-50 dakika gibi bir zamanda) tüm promosyon ürünleri tükenmiş. Sonrası ise depolara hücum…
“Peki şimdi ne olacak?” ya da “Mağaza aslında iyi bir şey mi yaptı yoksa kötü bir şey mi?” gibi sorular akıllarda ve çeşitli forumlarda yanıtlarını aramaya başladı bile…
Bu saatten sonra olacakları ben söyleyeyim: Firma boşalan deposunu ve stoklarını doldurmak için biraz sevkıyat işine ağırlık verecek. Yapılan bu kampanya ise; teknoloji meraklısı insanların, ücretsiz halk konseri veren türkücülerin konserlerinde yaşanan izdiham misali akıllarda kalacak.
Ne yalan söyleyeyim, ben bu kadar kalabalığı maçlarda, konserlerde bile görmedim. Yaşanan durumun özetini merak edenlerin ise http://bul.pcworld.com.tr/538 adresini ziyaret etmelerini öneriyorum.
Yassak kardeşim!
80’lerde çocuk üstü yaşta olan akranlarım Zeki Alaysa ve Metin Akpınar’ın tüm hünerlerini sergilediği “Yasaklar” (http://bul.pcworld.com.tr/513) oyununu hatırlayacaklardır (favorim; “minik kelebek” yasağı…). Birçok yasağın “tiğ”e alındığı oyunda, izlerken “Aa evet böyle oluyordu” dediğimiz olaylar oldukça fazlaydı.
Çeşitli yasaklar, 21 yüzyılda da peşimizi bırakmıyor. İnternet çağı olarak isimlendirilen günümüzde bile gün geçmiyor birçok yasakla karşı karşıya kalıyoruz.
Bu yasaklar zincirinin en popüler olanları ise site kapatmaya kadar gidiyor. Aslında site kapatma diye bir şey yok. Sadece bizim internet bağlantımızı sağlayan Türk Telekom, yasaklı siteye karşı yaptığımız bağlantı isteğinde siteye gitmek yerine, o siteye erişimi kesip bir uyarı mesajı veriyor. (Erişimli siteleri aşmayı derginin ilerleyen sayfalarında bulabilirsiniz.)
Yasaklanan sitelerde, mahkeme kararı ile siteye erişimin yasaklandığı ifadesi yer alıyor. Bir site içerisinde yer alan binlerce (blog dağıtımı yapan sitelerde bu rakam milyonlara kadar gidebiliyor) sayfa arasında yer alan bir yazıdan dolayı komple siteye erişim durduruluyor.
Adli makamların aldığı kararlara sonuna kadar saygılıyız. Ancak bu yasaklama olayı bence “tüm siteye” şeklinde olmamalı. Herhangi bir sitede (ya da blogda), ziyaretçi tarafından yapılan bir yorumdan dolayı, koskoca sitenin erişimini kesmek o sitenin başka bir bölümünden faydalanmak isteyen kişilere ceza vermek değil midir?
Geçen ayın bomba etkisi yaratan olaylarından birisi WordPress’e erişim engellenmesiydi. (http://bul.pcworld.com.tr/514) WordPress’ten bir blog sahibi olan kişi, bir başka kişi hakkında bir yazı yazmış ve hakkında yazı yazılan kişinin başvurusu üzerine siteye erişim durdurulmuş.
Ancak WordPress sistemindeki birçok bloglardan, makalelerden yararlanan birçok insan var. Sitenin kapatma sürecinde onlar da sitedeki çeşitli yazılara erişemiyorlar. Bir şekilde o kişiler de cezalandırılmış oluyor. Kapatma olaylarının, bilişim bakanlığının gündeme geldiği bugünlerde yeniden değerlendirilmesinin iyi olacağını düşünüyorum. Çeşitli haklı nedenlerle kapatılan siteler, diğer kişilerin bilgiye erişme haklarını da engellemiş oluyor. Reklam, para, ziyaretçi kaybetme gibi unsurlar göz önünde bulundurularak site sahiplerinin de bu tür içerikleri denetleyici ve bu tür yayınların önüne geçecek bir sistem oluşturmaları gerekiyor.
Son olarak WordPress’e erişimin kapatılması, WordPress cephesinde de yankılar uyandırmış. Öyle ki; sistemin geliştiricisi kendi blog’unda şaşkınlığını dile getirmiş. (http://bul.pcworld.com.tr/515)
Sıfır voltluk tatil hevesi
Geçen ayın ilk haftasında yıllık iznimin bir kısmını kullandım. Bir haftalık tatil süresini eşimle birlikte çok uzaklarda geçirmek yerine ailemizin Çanakkale’deki yazlığındaydık. Günlerin dolu dolu geçmesi için arabayla 6 saat kadar süren yolculuk boyunca sürekli planlar yaptık. Günü tam anlamıyla yaşamak için erken kalkmak iyi bir fikirdi. Ancak uyku sonrası yatak keyfini de özlemiştik. En iyisi ortama uyum sağlamak için işi oluruna bırakmaktı.
100 popüler WordPress teması
Bu adreste en popüler WordPress temalarının 100 adedine yer verilmiş. Temaların hepsi önizleme resimleriyle birlikte gösterilmiş. Sayfa biraz geç açılabilir ancak yine de görmeye değer.
Benim en çok hoşuma giden 30 numaralı “Lemon Lime” isimli olan tema. Tema hakkında bilgi için tıklayın.
Yazın fırtına olur mu?
Yazın bunaltıcı sıcaklarında; “kızgın kumlardan serin sulara” etkisi yapacak, içimizde “fırtınalar” kopartacak bir olay gündeme düştü. Türk Telekom, internete bağlı olmayan kimse kalmasın diye, bir kampanya başlattı. Televizyonda, billboard’larda dergilerde vb. reklamlarını görmüşsünüzdür mutlaka. Ayda 15 YTL’ye en düşük paketten limitli olarak internete bağlanabiliyorsunuz. Ohh, misler gibi kampanya di mi? Evet, henüz internet bağlantısı olmayanlar için ya da karnesi iyi gelip internet ile ödüllendirilecek olanlar için çiçek gibi kampanya.
Ancak 15 YTL’lik kısım buzdağının görünen kısmı. Yeni aboneler için gerçekten güzel, kaçırılmaması gereken bir kampanya. Ancak “mevcut abonelerin günahı ne” gibi bir soru akıllara hemen geliyor. Onlar hemen hemen iki katı fiyata zaten aynı hizmeti alıyorlar. İnternete bağlanan iki farklı insan tipinden birisi eski abone olduğu için kendini kazıklanmış hissederken, diğeri yeni abone olduğu için internet denizinde “fırtınalar” kopartacak. Aldıkları hizmet ise ne eksik ne fazla…
Haliyle bu durumdan mevcut aboneler oldukça şikayetçi. Ancak firma, testiyi kırmadan önce çocuğunu döven Nasrettin Hoca misali, 1 haziran’dan sonra aboneliğini iptal ettirip yeni kampanyadan yararlanmak isteyenlere kocaman bir nanik yapıyor. Maalesef ki bu türlü bir çakallığın önüne geçilmiş durumda.
Kampanya detaylarında yazan bir şey de gözüme çarpmadı değil. Ben biraz kıllanan adamım ve bu tür kampanyalarda öncelikli olarak karınca duası gibi yazılan minik yazıları (kampanya şartlarını) okurum. Bu kampanyada yer alan kampanya şartlarında ise yeni aboneliğin 2 yıldan önce iptal edilemeyeceği belirtiliyor. Yani 2009 yılının aralık ayına kadar herhangi bir iptal söz konusu değil. İnat ettiniz ve “iptal et kardeşim aboneliğimi” dediğinizde modem parasını ödeyeceğinizi peşin peşin kabul ediyorsunuz. İlgimi çeken başka bir şey ise paket değişikliği konusunda… “2 Mbps’lik bağlantıya şimdi 55 lira vereyim sonra düşerim nasılsa” diye düşünenlere şimdiden pışşık diyorum. Çünkü bu yılın sonuna kadar paket seçenekleri hiçbir şekilde değişemiyor. Ocak 2008’den itibaren ise tercih ettiğiniz paketin altında başka bir abonelik paketine geçiş yapamıyorsunuz. Yani en üst paketi seçerseniz maalesef ki 2009 yılı sonuna kadar artacak fiyatlar ve zamları peşinen kabul edilmiş sayılıyorsunuz.
Bence; “ucuz etin yahnisi yavan olur” hesabı acaba bu iş ne kadar avantajlı diye bir kez daha düşünmek gerekiyor. Düşünürken de aman dikkat, fırtına sizi alıp başka yerlere götürmesin.